18 Eylül 2010 Cumartesi

Laleler

Bakü’ye Azatlık

15 Eylül 2010.
Bakü’nün, Karabağ’ın, Dağıstan’ın, dolayısı ile Azerbaycan’ın Kahraman Türk ordusu yardımlarıyla azat edilmesinin 92. Yılı.

Milli şair Bahtiyar Vahapzade;
“Bugün hemin mazarın etrafında bizim ayaklarımızı bastığımız o toprak, o şehirde, Türk askerlerine borçludur. Bunu, bu şiirimle milletime telkin etmek istemişim"
Yolun kenarında tenha bir mezar
Üstünde ne adı ne soyadı var
Yolcu arabayı durdur bu yerde
Bir sor kimdir tenha kabirde
O bir Türk askeri kahraman metin
O, öz kardeşine yardıma geldi
Kurşuna dizilen milletimizin
Haklı savaşına yardıma geldi
Uzaktan ses verip sesine geldi
O dönmedi ülkesine
Düşman sağlarını o soldan sağa
Biçti dostlarıyla cepheyi yardı
Toprağın yolunda düştü toprağa
Senin toprağın sana gaytardı
Kendi koruduğu hem can verdiği
Yolun kenarında defnedildi o
Uğrunda canını kurban verdiği
Toprağı kendine vatan bildi o
Yolcu, arabayı bu yerde eğle
O mezar önünde sen tazim eyle
El aç, dua eyle onun ruhuna
Ayak bastığın yer borçludur ona.


92 Yıl Öncesi
Azerbaycan’ın savunma gücü kalmamış, Azerbaycan çaresiz.
Fırsatçı Bolşevik Ruslar, İngilizler, Daşnak Ermenileri kullanarak Azerbaycan’ı işgal ettiler.
Bakü, Gence, Şamahı, Merdekan, İsmailli’de katliamlar yaptılar. On binlerce masum insan katledildi. Dünyanın en acımasız katliamlarından birini gerçekleştiren Ermeniler, cephane kullanmamak için balta ve satırlar ile Azerileri vahşice katlettiler.
Bu üçlüyü (Rus Bolşevik Kızıl ordusu, emperyalist/sömürgeci İngiltere, Ermeni Daşnaklar) Bakü’yü işgal etmek için bir araya getiren sebep neydi acaba?
Petrol. Abşeron yarımadasındaki zengin petrol yatakları bu üçlünün iştahını artırmıştı.

Resulzade’nin Acil Yardım Çağrısı
Genç Azerbaycan’ın kurucusu Musavat Partisi Lideri Mehmet Emin Resulzade 20.000 Azeri’nin katledilmesi üzerine 28 Mayıs 1918 tarihinde Osmanlı İmparatorluğu’ndan yardım istemiştir. Azeri Türklerinin asimile edileceğini anlayan Enver Paşa inceleme yapmak için önce bir askeri heyet gönderir. Sonra da Kafkasya İslam Ordusu adıyla tarihe geçecek olan kahraman askerleri. Nuri Paşa komutanlığındaki ordu Azerbaycan’ı düşman işgalinden kurtarmak için devreye girer.
Osmanlı Devleti ile Kafkasya devletleri arasında 8 Haziran 1918 tarihinde Batum Anlaşması imzalanır. Bu anlaşmadaki 4. Madde (Dostluk ve Karşılıklı Yardım) uyarınca Osmanlı Devleti lüzumu halinde Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti’ne askeri yardım yapmayı kabul eder.

Kafkas İslam Ordusu
Osmanlı’nın müttefiki olan Almanya Azerbaycan’a yardım göndermesine şiddetle karşı çıkar. Bu gerginliğin ortadan kalkması için Sultan Mehmet Reşat’ın özel fermanı ile Harbiye Nazırı ve Başkomutan vekili Enver Paşa’nın talimatıyla Kafkasya İslam Ordusu kurulur. Kafkas İslam Ordusu komutanlığına da Enver Paşa’nın kardeşi Nuri Paşa getirilir. Nuri Paşa o tarihte henüz otuz yaşında bile değildir.
Her ne kadar adına ordu dense de üç tümenden oluşan bir kolordu niteliğindedir bu yapılandırma. Azeri ve Dağıstan’lı gönüllülerinin de katılımıyla 15.000 civarında bir kolordu. Tamamı Türk ve Müslüman. Kafkas İslam Ordusu Osmanlı Devletinin Mart-Ağustos 1918 tarihleri arasında kurduğu Doğu Ordular Gurubu’na bağlı bir birimdir ve 1. Dünya savaşında Kafkasya Cephesi’nde faaliyet göstermiştir.

Ne Amaçla Kuruldu?
Kafkasya’yı Rus ve Ermeni işgalinden kurtarmak ve bağımsızlıklarını sağlamak,
Kafkasya’nın kendi ordusunun teşkil edilmesi için askerleri eğitmek.

Nuri Paşa, Mart 1918’den itibaren Azerbaycan’a gitmeye hazırlandı. Nuri Paşa hatıralarında yazıyor ki: “20 subaydan oluşan bir ekiple derhal hazırlığa başladık. Birçok zorluklardan sonra 12 Mayıs’ta Azerbaycan’a vardık. Bulunduğum her yerde halk beni severek karşıladı. Ermeniler silâhlı teşkilâta sahip olduğundan buradaki Müslüman ahali zayıf durumdaydı. Halkın içinden gençleri seferber etmek amacıyla bulunduğum yerlerde Türk subayları onları hem seferber ediyor hem de eğitim veriyordu.”

Ordunun Gence’de Toplanması
Osmanlı Ordusu’nun Irak cephesinde görevli olan Nuri Paşa Enver Paşa’nın talimatıyla Musul’dan 149 subay ve 488 askerle birlikte yola çıkar. Mayıs ayı içerisinde sırasıyla Tebriz, Nahçivan ve Karabağ’ı geçerek 26 Mayıs’ta Gence’ye varır. Türk askeri birlikleri de 10 Haziran’da Gence’ye ulaşarak Kafkasya İslam Ordusu bünyesine katılırlar. Gence halkı Türk askerinin yardıma gelişini kurbanlar keserek karşılarlar.
Genç Azerbaycan’ın lideri Mehmet Emin Resulzade askerleri Gence’ye gelişleri için: “O zaman müdhiş bir anarşiye maruz, diğer taraftan da Bolşevik tecavüzü ile tehdit olunan Gence Nuri Paşa’yı ve askerini gökden inmiş halaskâr bir melek gibi telakki etmişdi.” diyor.
Azerbaycan’ın millî şairlerinden Ahmet Cevat Gence’lilerin kurtarıcı olarak gördüğü Osmanlı askerine teveccühünü ve Azerbaycan bayraklarının yanına Osmanlı bayraklarının asıldığını görünce “Selam Türk’ün bayrağına” şiirini Kafkas İslam Ordusu’na armağan eder. Ahmet Cevat şöyle diyor şiirinde; “Vefalı Türk geldi gene, selam Türk’ün bayrağına”. Türkiye’de bizler bu şiiri “Çırpınırdı Karadeniz bakıp Türk’ün bayrağına” diye söyleriz.

Azerbaycan’ın ünlü şairi Ahmet Cevat, zamanında Kafkas İslâm Ordusu’nun harekâtı için;
Şu karşıki duman çıkan bacadan
Sen gelmeden iniltiler çıkardı
Gecikseydin, mazlumların feryadı
Yeri, göğü kâinatı yakardı

Ahmet Cevat yazdığı başka bir "Türk Ordusuna" şiirinde de;
Ey şanlı ülkenin şanlı ordusu
Unutma Kafkas'a geldiğin günü
Gelirken kovmaya Turan’dan Rus'u
Ayağını Karadeniz öptü mü?
İlk atarken eski burca adımı
Kars Kalesi selam topu attı mı?
Sen yaparken orada zafer şenliği
Mağlup düşman kaşlarını çattı mı?

Milli şair Ahmet Cevat 1937 yılında Pan-Turanist, Pan Türkist suçlamalarıyla Stalin tarafından kurşuna dizilerek idam edildi. Mekânı cennet olsun.

Mehmet Emin Resulzade’nin davetine icabet ederek onlara yardıma koşan Türk askerinin Gence’ye girerken başlarındaki fesleri ve püskülleriyle kırmızı lalelere benzeten Azerbaycan’lı şair Talman Hacıyev, Kafkas İslam Ordusu’na “Laleler” şiirini armağan etmiştir. Bu günlerde bu şiirin mahnıya dönüştürülmüş halini dinlemek isterseniz Azerin Hanım’dan dinlemenizi tavsiye ederim.

Laleler

Yazın evvelinde Gence çölünde
Çıhıblar yene de dize laleler
Yağışdan ıslanan yaprağlarını
Seripler dereye düze laleler

Hayalimden neler gelib ne geçer
Yaz gelir ellere durnalar göçer
Bulağlar semaver ağ daşlar şeker
Benzeyir çemende köze laleler

Meylim üzündeki gara haldadır
Hicranın elacı ilk vüsaldadır
Ne vakittir aşığın gözü yoldadır
Bir gonağ gelesiz bize laleler.

Gence’de Neler Oldu?
Mayıs ayının sonuna Bolşevik-Daşnak birlikleri, Gence’ye taarruza başladılar. Amaç, Gence ve bütün Azerbaycan’ı kontrol altına alarak Azerbaycan’ın millî birliğini yok etmekti. Nuri Paşa, Osmanlı Devleti’nin Kafkasya cephesindeki 3. Ordu Komutanı Vehib Paşa’ya müracaat ederek Azerbaycan’daki durumu anlattı ve acil olarak askerî yardım gönderilmesini rica etti. 4 Haziran 1918’de Batum’da Osmanlı İmparatorluğu ile istiklâlini yeni ilân etmiş Azerbaycan arasında bir anlaşma imzalandı. Bu anlaşmaya dayanarak askerî yardım yapmak amacıyla 5. Kafkas Fırkasından 9. Kafkas Alayı ve 2. Süvari Alayı, Azerbaycan’a hareket ettiler. Bu birlikler, 15 Haziranda Gence’ye ulaştılar.
Osmanlı ordusu mensuplarının Gence’ye gelmesi, Kafkas İslâm Ordusu’nun teşkil edilmesi Bolşevik – Daşnak Ermeni işini bozacaktır. Bu sebeple Kafkas İslâm Ordusu’nun teşkilâtlanmasını önlemek amacıyla Şaumyan Gence’ye taarruz emri verir.
Bu süre zarfında Ermeni-Daşnak birlikleri Gence’ye kadar bütün bölgeleri ele geçirirler. Nuri Paşa, taarruzu bertaraf etmek için Gence’de yaşayan Ermenilerin silahlarının toplatılmasını emreder. Silâh teslim etmeyeceklerini beyan eden Ermenilere karşı harekât başlar. 11-12 Haziran tarihinde 9. Piyada Alayı ve 2. Süvari Alayı Komutanları ile görüşmek isteyen Ermeni temsilcileri, silâhları teslim edeceklerine dair söz verirlerse de bunu yapmazlar. İlk denemelerde başarı katdedemeyen Kafkas ordusu. 12 Haziranda yapılan başarılı taarruz sonucunda Ermeniler’den silâhlarını zorla alır.

Bundan sonra Kafkas Ordularının çok çetin harpleri yaşanır. Gence etrafında, Kürdemir civarında, Karameryem ve Göyçay çevresinde. Ciddi kayıplar verilmiştir. Her bölgede şehit vardır. Bakü’ye doğru yol alan Kafkas İslam Ordusu Ağsu’dan da düşmanı püskürtür. Kürdemir’i terk eden düşman birlikleri Şamahı’ya yol alır. Takipte olan Kafkas İslam Ordusu Şamahı’yı da alır. Bu arada tarih 30 Temmuz olmuştur. Bu süreçte Azerbaycan’ın güney bölgesinde Kür nehri sahilinde Neftçalada da çarpışmalar olmuştur.

Ve Bakü…
Bolşevik-Daşnak Ermeni birlikleri Kafkas İslam Ordusu ile baş edemeyeceğini anlayınca İran’da bulunan İngiliz birliklerinden yardım ister. Maksat, Bakü’yü başkent yapmamak. İngilizlerin de gelmesi ile direniş artar. İlk taarruzda Kafkas İslam Ordusu zayiat verir.
Bir süre geri çekilme kararı alır Nuri Paşa. Osmanlı’dan istenen yardım gelir, bu arada dinlenmiş olan Kafkas İslam Ordusu tekrar 23 Ağustosta taarruza girer. 14 Eylül 1918’de son taarruz başlamıştır. Gece sabaha doğru şehrin giriş kapıları ele geçirilir.
Kurtuluş günü; 15 Eylül 1918. Kafkas İslam Ordusu Bakü’ye girer. Şehri Bolşevik Rus, Daşnak Ermeni ve İngilizlerden kurtarmış olarak. Bir gün sonra da Bakü’de milletin yoğun sevgi ve tezahüratları arasında resmi geçit töreni yapar Kafkas İslam Ordusu.
Bakü kurtulmuştur, Azerbaycan kurtulmuştur. Bu arada kabiliyetli Türk topçuları Bakü’nün mimari tarihine de zarar vermemiş ve verdirmemişlerdir.
Bakû'nün düşman işgalinden kurtarılmasını, 16 Eylül 1918 tarihinde Nuri Paşa Harbiye Nazırı ve Başkomutan vekili abisi Enver Paşaya telgrafla bildirir. "Allah'ın yardımı ile Bakû şehri otuz saat şiddetli muharebeden sonra 15. 09. 1918 tarihinde düşmandan tamamıyla temizlenerek zapt olunmuştur. 54. Alayın kahramanlığı zikredilmeye değer. Tafsilat arz olunacaktır."
Nuri Paşa’nın telgrafına ağabeyi Enver Paşa’dan cevap gelir.
Şark Orduları Grubu Komutanı Halil Paşa’ya ve Kafkas İslam Ordusu Komutanı Nuri Paşa’ya kutlama Mesajı:
“Büyük Turan İmparatorluğu’nun Hazar Denizi kıyısındaki zengin bir konak yeri olan Bakü şehrinin zaptına ilişkin haberi büyük sevinç ve mutlulukla öğrenmiş bulunuyorum. Türk İslam Tarihi sizin bu hizmetinizi unutmayacaktır. Gazilerimizin gözlerinden öper, şehitlerimize Fatihalar ithaf ederim.”
Enver Paşa
Harbiye Nazırı ve Başkomutan Vekili

Azatlığa kavuşan ve şairi çok olan millet Enver Paşayı’da unutmamıştır. Şeki’li Şair Salman Mümtaz da şiirinde şöyle diyordu;
Müselman gayretin çekdin, gözetdin Türkün namusun,
Dağıtdın haver-i İslamdan küffar kabusun.
Mesacidden dilerdi Rus asa öz nehs nakusun,
Güneşden parlak amalın olup Şark ehline ezher,
Yaşa, ey gazi-yi azam, yaşa, ey muhteşem Enver!

Azerbaycan İstiklâl Mücadelesi Hatıraları eserinde Nağı Şeyhzamanlı şöyle diyor;
Türk kardeşlerimizin kanı, Azerbaycan çöllerinde bizim Türklerin kanıyla birbirine karışmıştır. Soy itibariyle biz birbirimize akrabayız; şimdi bizim birbirimize karışan kanımız, bunu bir daha kuvvetlendirdi. Azerbaycan’ın istiklâliyeti uğrunda dökülmüş kanlar, Osmanlı ve Azerbaycan Türklerinin kırılmaz ilişkilerinin garantisidir.

Azerbaycan’daki Şehitlikler ve Şehitlerimiz
Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de “Şehitler Hıyabanı” olarak bilinen mezarlarda bir şehitlik abidesi bulunmaktadır. Azerbaycan genelinde Bakü, Fatmayı, Göyçay, Maştage, Neftçala, Nohvani, Şamahı ve Şeki Türk Şehitlikleri olmak üzere toplam sekiz şehitlikte binlerce Türk askeri yatıyor. Merdekan’da isimleri belli olmayan iki Türk Mezarı var. Mezarlarının başında Türk ve Azeri bayrakları beraber dalgalanmaktadır. Bu savaşta bilinen Türk Şehidi sayısı ise 1130.

Kafkasya İslam Ordusu Marşı
Kafkas dağı yol ver bize,
Biz Bakü’ye varacağız.
Babamızdan miras kalan,
Yurtları biz alacağız.
Osmanlıyız, pek şanlıyız,
Pek şanlıyız, Osmanlıyız.

Samet Paşa askerlerin pederi,
Çağırır bizi silah başı ileri.
Ay analar! Vatan size kalıyor.
Müzikler cenk havası çalıyor,
Gitmek düştü, erkeklere, erlere.
Kartal yuva yapmasın bu yerlere,
Düşman ayak basmasın bu yerlere.

Azerbaycan’ın ünlü şairi Ahmed Cevad, zamanında Kafkas İslâm Ordusu’nun harekatını şöyle şiirleştirir:
Şu karşıki duman çıkan bacadan
Sen gelmeden iniltiler çıkardı
Gecikseydin, mazlumların feryadı
Yeri, göğü kâinatı yakardı


Azatlığın Kronoloji
18 Aralık 1917 Erzincan Anlaşması ile Osmanlı – Rusya savaşının sona ermesi, Ruslar’ın Kafkasya’daki ordularını geri çekmesi,
26 Aralık 1917 Rusya’nın inisiyatifinde 18.000 kişilik bir Ermeni Kolordusu’nun kurulması.
03 Mart 1918 Daşnak Ermenilerinin Bakü’de Türkler’i katletmeye başlaması,
02 Nisan 1918 Ali İhsan Paşa’nın komutasındaki Osmanlı Ordusu’nun Van’ı işgalden kurtarması.
17 Nisan 1918 Ermeni Daşnak birliklerinin Şamahı’ya girmesi ve 7.000 sivilin
katledilmesi.
23 Nisan 1918 Guba’nın Rusların eline geçmesi, Ermenilerin Guba’da 2.000 sivili öldürmesi.
12 Mayıs 1918 Tümgeneral Nuri Paşa’nın Azerbaycan’a ulaşması.
26 Mayıs 1918 Nuri Paşa’nın Gence’ye ulaşması.
28 Mayıs 1918 Azerbaycan’ın bağımsızlığının ilan edilmesi,
04 Haziran 1918 Batum Anlaşmasının imzalanması.
Ali İhsan Paşa’nın komutasındaki Osmanlı Ordusu’nun Tebriz’i alması.
10 Haziran 1918 Kafkas İslam Ordusu’nun Gence’ye hareketi.
14 Haziran 1918 Gence’de silahlı Ermenilerin silahlarının toplanmaya başlaması.
15 Haziran 1918 Nuri Paşa’nın isteği üzerine 3. Ordu Komutanı Vehip Paşa’nın yardım için gönderdiği iki süvari alayının Gence’ye ulaşması.
16 Haziran 1918 Kürdemir’de Bolşevik-Daşnaklarla şiddetli çarpışmaların yapılması,
18 Haziran 1918 Ordunun Gence’den Bakü’ye hareketi.
27 Haziran 1918 Bolşevik Rus – Ermenilerle Kafkas İslam Ordusu’nun Karameryam – Gökçay’da karşılaşması,
Bolşevik Ordusunun püskürtülmesi,
“Kızıl Ordu Mağlup edilemez” inanışının çürütülmesi.
30 Haziran 1918 Karameryem ve Göyçay’ın düşmandan temizlenmesi,
05 Temmuz 1918 Ağsu’da düşmanın püskürtülmesi,
22 Temmuz 1918 Şamahı’nın düşmandan temizlenmesi,
30 Temmuz 1918 Kafkas İslam Ordusu’nun Bakü’ye yaklaşması,
04 Ağustos 1918 İngilizlerin Bakü’yü işgal etmesi,
05 Ağustos 1918 Kafkas İslam Ordusu’nun ilk taarruz teşebbüsü,
23 Ağustos 1918 Kafkas İslam Ordusu’nun Bakü girişinde mevki muharebe ve son taarruz gösterisi,
14 Ağustos 1918 Son taarruz kararının alınması, Bakü giriş kapılarının ele geçirilmesi,
15 Eylül 1918 18.000 Ermeni, 1500 Rus, 1200 İngiliz birliğine karşı 8.000 Türk, 7.000 Azeri’nin Bakü’de verdiği çetin savaş neticesinde Bakü’nün azat olması. Bu savaş sonucunda resmi kayıtlara göre 1130 askerimiz şehit olmuştur.
16 Eylül 1918 Kafkas İslam Ordusu’nun Bakü’de resmi geçit töreni yapılması,
Kafkas İslam Ordusu komutanı Nuri Paşa’nın abisine durumu telgrafla bildirmesi.
05 Ekim 1918 Ordu’nun bir bölümünün kuzeyde Derbent ve Mahaçkale’ye giderek Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti’ne destek vermesi.
13 Ekim 1918 Derbent şehri burçlarına Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti bayrağının çekilmesi.
30 Ekim 1918 Mondros Ateşkes Anlaşması’nın İmzalanması,
04 Kasım 1918 Kafkas ordularının ilga edilmesi,
15 Aralık 1918 Osmanlı askerlerinin Azerbaycan’dan tamamen çekilmesi,
25 Şubat 1919 İngilizlerin Bakü’yü terk etmesi.
12 Ocak 1920 23 Devlet tanımasına rağmen, Rusya’nın Azerbaycan Cumhuriyetini resmi olarak tanımaması.
Nisan 1920 Bolşevik işgali sonucu Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti’nin yıkılması.


Kaynaklar:
1. Nuri Paşa, Kafkas İslâm Ordusu Harekâtı Hatıralar, İstanbul, 1936,
2. Nasır Yüceer, I. Dünya Harbi’nde Osmanlı Ordusu’nun Azerbaycan ve Dağıstan Harekâtı, Genelkurmay Matbaası, Ankara, 2002,
3. Nağı Şeyhzamanlı, Azerbaycan İstiklâl Mücadelesi Hatıraları, Bakü 1997,
4. Mehman Süleymanov, Nuru Paşa, Bakü 1999,
5. Taylan Sorgun, Bitmeyen Savaş, Yaylacık Matbaası, İstanbul, 1972,
6. Cemil Hasanov, Azerbaycan Uluslararası İlişgiler Sisteminde 1918-1920, Bakü, 1994,
7. Asger Abdullayev, Ermenistan’ın Azerbaycan’a Karşı Tecavüzkar Siyaseti, Bakü 1995,
8. Süleyman İzzet, 15. Piyade Tümeninin Azerbaycan ve Kuzey Kafkasya’dakı Harekâtı ve Muharebeleri, İstanbul, 1936,

16 Eylül 2010 Perşembe

Vermek...

“Veren el alan elden üstündür.”
Son dinin peygamberi. Allah’ın lütfuna mazhar olmuş. Henüz çocukken herkesin güvenine mazhar olmuş. O miraca çıktığında bütün peygamberler ardında cemaat olmuşlar. O, peygamberlere imamlık yapma şerefine mazhar olmuş. O, yüce peygamber demiş, veren el daha üstündür diye.

Allah bize can vermiş, akıl, ruh, nefis , göz , kulak, ağız… Biz, günlük, bir dilenciye üç beş kuruş verdiğimiz zaman, mutmain oluveriyor gönlümüz, huzura eriyoruz adetâ. Bir nefesimizin bedeli acaba hangi servetle ölçülebilir? Allah’ın bize verdiği nimetler için gece-gündüz ibadet edip, bütün vaktimizi dua ile geçirsek acaba karşılığını ödeyebilir miyiz? Kaldı ki Allah’ın bizim dua ve ibadetimize ihtiyacı yoktur…

İslam’ı külli düşman görenler acaba muavenete (yardımlaşma) bakış açısını değerlendirmişler midir? Allah inancı bütün kutsal dinlerde tektir. Bütün dinlerde aşağı yukarı aynı şeyler öğütleniyor. Uygulamada farklılıklar var sadece. Hepsinde de vermek, yardım etmek öğütleniyor.

Sosyalistlerin bir türlü beceremediği, sadece lafta kalan zenginin fakire vermesi, devlet eliyle değil, can-ü gönülden, kendi rızasıyla, yalnızca Allah emretti diye zenginlerin olmayanlara vermesini emreden İslam dinindeki zekât sistemi. İşte sosyal adalet…

Allah Kur’an-ı Kerimde “Bir şey isteyeni reddetme!” buyurduğu için insanımız az çok demeden, ihtiyacı olup olmadığına bakmadan el açan herkese az çok muavenet eder.

Kur’an da konu ile ilgili ayetler;
Allah, adalet, ihsan ve yakınlara vermekle emreder, her türlü günahtan, kötü işlerden ve azgınlıktan men eder. Kur’an-ı Kerim / Nahl Suresi: 16/90

İçinizde lütuf ve servet sahibi olanlar, yakınlarına, düşkünlere ve Allah yolunda hicret edenlere vermemek için yemin etmesinler, affetsinler, geçsinler, Allah’ın sizi bağışlamasından hoşlanmaz mısınız? Kur’an-ı Kerim / Nur Suresi: 24/22

Vermek sadece maddiyatla da ölçülmez tabi ki. Kimi malından, kimi bilgisinden, kimisi de canından verecek. Öğrenci okutmak, öğrencinin okuması için gerekli şartları hazırlamak nasıl varlıklı insanların boynunun borcu ise, varlıklı olmayan öğretmenlerin de para vermeden okutarak vermesi gerekir.

Kur’an ve Peygamber komşuya iyilik yapmayı emreder. Komşuya iyilik… Onlar evde yokken eve göz kulak olmak. Hastası, cenazesi olduğunda kendi evimizde olmuş gibi onların yardımına koşmak. Çünkü, komşu komşunun yeri geldiğinde külüne bile muhtaç olurmuş. O sebeple ev almadan önce komşuya dikkat etmek gerekirmiş…

Konu ile ilgili derlediğim veciz sözler;
Dünyada herkesten ileri geçmek istersen tuz ekmek dağıtmakta eli açık ol.
Ferideddin-i Attar
Pendname, 23, Akıl ve İlim Alâmetleri

Vermek, almaktan daha mukaddestir. / İnsan kendisine bahşedilen nimetleri başkalarıyla paylaşmak için yaşar. / Ancak veren insan gerçek saadete kavuşabilir. / Sahip olmadığımız şeyi veremeyeceğimize göre, önce dostlarımızla veya sevdiklerimizle paylaşacağımız bilgiyi ve serveti kazanmak zorundayız. Bir insanın kendisi hakkında sahip olduğu bilgi ise, servetin, Kâinatımızda GERÇEK ve DEVAMLI olan yegâne servetin ta kendisidir.
Harold Sherman
Saadetinizin Anahtarı

Bahtiyar olmak için babalar daima vermelidirler. Daima vermek, babayı baba eden budur.
Honoré de Balzac
Goriot Baba

Koyunlar ne kadar yem yemiş olduklarını çobanlarına gidip göstermezler, fakat yedikleri yemi iyice hazmettikten sonra süt ve yün yaparlar.
Epiktetos
Düşünceler ve Sohbetler, 73

Kendinizden verdiğiniz anlarda iyisinizdir.
Halil Cibran
Ermiş

Verimli olabilmenin sancısı, kıraç olmaktan ağırdır; ve eli açık zenginin çektiği acı dilencinin sefaletinden beterdir…
Halil Cibran
Sözler

Kurumuş bir kuyu olmak, hiçbir ağzın eğilip suyundan içmeyeceği temiz bir pınar olmaktan iyidir.
Halil Cibran
Sözler / Bilgenin Ölümü

Sen toprağı sürüp de işçin de arkandan tohum ekerken, durup arkana bakıp, tohumlarından birkaçıyla karnını doyuran serçeyi kovalar mısın? Böyle yapıyorsan eğer, hasatının zenginliğine değmezsin demektir.
Halil Cibran
İnsanoğlu İsa / Petrus

Siz malınızdan verdiğiniz zaman çok az verirsiniz ve ancak canınızdan verdiğiniz zaman gerçekten verirsiniz.
Halil Cibran
Hak Erenler (Nebî)

Zahidâ aklına ehl-i hikemin olma hasûd
Vermeyince sana mâ’bud ne yapsın Mahmûd
İbrahim Şinasi
Müntahabât-ı Eş’ar
Müfred

Biz hayata letafet bahşederiz. Siz de bir şey verirken zarif olunuz.
J. W. Von Goethe
Faust 2 / 1. Perde, Zerafet Perileri, Aglaia

Dünyada bir şeyin verildiği gibi alınması enderdir: Fırından alınan günlük ekmek dışında.
Johann Wolfgang von Goethe
Ch. G. Von Voigt’a, 26.09.1809

Kapımı çalan, verdiğimi almak.
Nietzsche
Böyle Buyurdu Zerdüşt / Bölüm 1, 8

Vermekle almak arasında bir uçurum vardır; ve en küçük uçurumu bile sonunda köprülemek gerekir.
Nietzsche
Böyle Buyurdu Zerdüşt / Bölüm 2, Gece Türküsü

Konu ile ilgili sık anlatılan meşhur bir kıssa;

VERMEYİNCE MABUD, NEYLESİN SULTAN MAHMUT

Sultan Mahmut kılık kıyafetini değiştirip dolaşmaya başlamış. Dolaşırken bir kahvehaneye girmiş oturmuş. Herkes bir şeyler istiyor.
Tıkandı baba, çay getir. Tıkandı baba, oralet getir, vb.
Bu durum Sultan Mahmut un dikkatini çekmiş.
Hele baba anlat bakalım, nedir bu Tıkandı baba meselesi?
Uzun mesele evlat, demiş Tıkandı baba.
Anlat baba anlat merak ettim deyip çekmiş sandalyeyi. Tıkandı baba da peki deyip başlamış anlatmaya;

Bir gece rüyamda birçok insan gördüm ve her birinin bir çeşmesi vardı ve hepsi de akıyordu. Benimki de akıyordu ama az akıyordu. "Benimki de onlarınki kadar aksın" diye içimden geçirdim. Bir çomak aldım ve oluğu açmaya çalıştım. Ben uğraşırken çomak kırıldı ve akan su damlamaya başladı. Bu sefer içimden " Onlarınki kadar akmasa da olur, yeter ki eskisi kadar aksın" dedim ve uğraşırken oluk tamamen tıkandı ve hiç akmamaya başladı. Ben yine açmak için uğraşırken Cebrail göründü ve Tıkandı baba, tıkandı. Uğraşma artık, dedi. O gün bu gün adım "Tıkandı baba" ya çıktı ve hangi işe elimi attıysam olmadı. Şimdi de burada çaycılık yapıp geçinmeye çalışıyoruz.

Tıkandı babanın anlattıkları Sultan Mahmut un dikkatini çekmiş. Çayını içtikten sonra dışarı çıkmış ve adamlarına ;

Her gün bu adama bir tepsi baklava getireceksiniz. Her dilimin altında bir altın koyacaksınız ve bir ay boyunca buna devam edeceksiniz.

Sultan Mahmut'un adamları peki demişler ve ertesi akşam bir tepsi baklavayı getirmişler. Tıkandı baba ya baklavaları vermişler. Tıkandı baba baklavayı almış, bakmış baklava nefis." Uzun zamandır tatlı da yiyememiştik. Şöyle ağız tadıyla bir güzel yiyelim" diye içinden geçirmiş. Baklava tepsisini almış evin yolunu tutmuş. Yolda giderken "Ben en iyisi bu baklavayı satayım evin ihtiyaçlarını gidereyim" demiş ve işlek bir yol kenarına geçip başlamış bağırmaya:

Taze baklava, güzel baklava ! Bu esnada oradan geçen bir Yahudi baklavaları beğenmiş. Üç aşağı beş yukarı anlaşmışlar ve Tıkandı baba baklavayı satıp elde ettiği para ile evin ihtiyaçlarının bir kısmını karşılamış. Yahudi baklavayı alıp evine gitmiş. Bir dilim baklava almış yerken ağzına bir şey gelmiş. Bir bakmış ki altın. Şaşırmış, diğer dilim diğer dilim derken bir bakmış her dilimin altında altın. Ertesi akşam Yahudi acaba yine gelir mi diye aynı yere geçip başlamış beklemeye. Sultanın adamları ertesi akşam yine bir tepsi baklavayı getirmişler. Tıkandı baba yine baklavayı satıp evin diğer ihtiyaçlarını karşılamak için aynı yere gitmiş. Yahudi hiçbir şey olmamış gibi

Baba baklavan güzeldi. Biraz indirim yaparsan her akşam senden alırım, demiş. Tıkandı baba da Peki, demiş ve anlaşmışlar. Tıkandı babaya her akşam baklavalar gelmiş ve Yahudi de her akşam Tıkandı baba dan baklavaları satın almış. Aradan bir ay geçince Sultan Mahmut;

Bizim Tıkandı baba ya bir bakalım, deyip Tıkandı babanın yanına gitmiş. Bu sefer padişah kıyafetleri ile içeri girmiş. Girmiş girmesine ama birde ne görsün bizim tıkandı baba eskisi gibi darmadağın. Sultan;

Tıkandı baba sana baklavalar gelmedi mi?, demiş.
Geldi sultanım .
Peki ne yaptın sen o kadar baklavayı?
Efendim satıp evin ihtiyaçlarını giderdim, sağolasınız, duacınızım.
Sultan şöyle bir tebessüm etmiş.
Anlaşıldı Tıkandı baba anlaşıldı, hadi benle gel, deyip almış ve Devletin hazine odasına götürmüş.

Baba şuradan küreği al ve hazinenin içine daldır küreğine ne kadar gelirse hepsi senindir, demiş. Tıkandı baba o heyecanla küreği tersten hazinenin içine bir daldırıp çıkarmış ama bir tane altın küreğin ucunda düştü düşecek. Sultan demiş;

Baba senin buradan da nasibin yok. Sen bizim şu askerlerle beraber git onlar sana ne yapacağını anlatırlar demiş ve askerlerden birini çağırmış.

Alın bu adamı Üsküdar’ın en güzel yerine götürün ve bir tane taş beğensin. O taşı ne kadar uzağa atarsa o mesafe arasını ona verin demiş. Padişahın adamları "peki" deyip adamı alıp Üsküdar a götürmüşler.

Baba hele şuradan bir taş beğen bakalım, demişler. Baba, "Niçin", demiş. Askerler,

"Hele sen bir beğen bakalım" demişler. Baba şu yamuk, bu küçük, derken kocaman bir kayayı beğenip almış eline.

Ne olacak şimdi, demiş.

Baba sen bu taşı atacaksın ne kadar uzağa giderse o mesafe arasını padişahımız sana bağışladı.demiş. adam taşı kaldırmış tam atacakken taş elinden kayıp başına düşmüş. Adamcağız oracıkta ölmüş. Askerler bu durumu Padişaha haber vermişler. İşte o zaman Sultan Mahmut o meşhur sözünü söylemiş;

"VERMEYİNCE MABUD, NEYLESİN SULTAN MAHMUT"


Meşhur bir söz vardır bununla ilgili “Vermek istemeseydi, istemek vermezdi.”
Allah’ım bizleri gönülden veren, eli cömert, dili cömert, ailesi cömert, ailesine cömert insanlar yap. Maddi zenginliği olmayanlara zekât verecek kadar zenginlik ver. El açıp istemenin ne kadar zor olduğunu , bizi yaratan olarak bildiğin için, bizi merde ve namerde muhtaç etmemek üzere el açanlardan eyleme. El açanları da geri çevirmememiz için gönlümüze ve kesemize genişlik ver. Sen her şeyi bilen ve görensin. Amin.,

Türkiye'de Yeni Bir Şeyler Oluyor

Yıllar önce rahmetli Cumhurbaşkanımız Turgut Özal'ın girişimleriyle başlayan Türkçe konuşan ülkelerin güç birlikteliği yapmak için gösterdiği çabalar bu günlerde meyve vermeye başladı.

İstanbul'da Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül'ün başkanlığında dört yıl aradan sonra tekrar yapılan toplantıda Azerbaycan ile yüksek stratejik ortaklık anlaşması imzalandı.

Bu toplantılara yıllardır katılmayan bazı ülkeler de yıllar geçtikçe durumun ciddiyetinin farkına varacaklar belki ama iş işten geçmiş olmaz inşaallah.

Bundan yıllar önce bir süre eğitim gördüğüm ve yaşadığım şehir olan Kayseri'de Vergi Dairesi Müsürlüğü'ne bir dilekçe vermek durumunda kalmıştım. Dairenin Müdür Muavini beni yanına çağırtmış. Gittim, selam verdim. Mevzubahis dilekçeyi kime yazdırdığımı sordu. Kendim yazdığımı söylesem de ikna edemedim. Çok güzel bir dilekçe olduğunu söylemekten de geri kalmadı.

Kırşehir ilinde yaşayan ve çiftçi kayıt sistemine kayıtlı kayınbiraderlerimden birisi yakalandığı amansız bir hastalık neticesinde Hakk'ın rahmetine kavuştu. Daha önceden devleten aldığı kredi destekleri için oğlunu arayıp bu kredileri geri ödemeleri gerektiğini, sigortanın bu parayı ödeyemeyeceğini söylemişler. Buna gösterilen sebep te daha önce böyle bir durumda hiç ödeme yapılamadığıymış. Hastanın öleceğini bildiği için böyle bir kredi borçlanmasına girildiğini vs. öne sürmüşler. Krediye konu olan miktar 4.000 TL civarında bir miktar. Öleceğini bilen bir adam bunun çok daha fazlasını borçlanırdı herhalde.

Tarım Bakanlığı'ndaki dostlarımla ve Avukat arkadaşlarımla birkaç istişareden sonra Kırşehir'e gittim ve orada bir dilekçe daha yazdım. Dilekçenin en sonuna da bu paranın sigorta tarafından ödenmemesi durumunda hukuki haklarımızın saklı olduğundan vs. demle dilekçeyi bitirdim. Tabi ki imzayı ben atmadım, kayınbiraderin oğlu attı. Aradan bir ay geçmeden cevap geldi. Çok garip, olumlu geldi. Kesinlikle bu parayı ödemez dedikleri Sigorta şirketi parayı ödemeye karar vermiş. Kayınbiraderin oğlu bana müjdeli haberi verirken: "Abi, sen nasıl bir dilekçe yazdın öyle?" diyordu. Bu arada unutmadan yukarıda bahsettiğim vergi dairesine verdiğim dilekçemin sonucunu da olumlu almıştım.

Bazı kaabiliyetler (hassalar) sonradan gelişmiyor insanda. Irsi oluyor, atadan geliyor, doğuştan oluyor insanlarda. Abim Konya'da askerlik yaparken yedek subay adaylarına silah atış eğitimi veriyordu. Yıllar sonra ben de askerde silah atışlarında bölük şampiyonu oldum. Oysa çocukluğumuzda, ağaçtan oyma tabanca oyuncaklardan başka silahla işimiz olmadı bizim.

İsrail'e yardım götüren ve tamamen gönüllülerden oluşan Mavi Marmara gemisine İsrail askerlerinin yaptığı hain saldırının ardından 9 şehit vermiştik. Gemideki geri kalanları da İsrail devleti hapse atmıştı. Çok uzun bir süre geçmedi ki Türkiye Cumhuriyeti Devleti Uluslararası bir hızlı diplomasi trafiği sayesinde hem Türk vatandaşlarımızı, hem de diğer ülkelerin gönüllülerini geri getirmeyi başardı. Bu hadiseden sonra birçok Türk vatandaşı gibi ben de anladım ki artık beğenilmeyen lacivert renkli Türk pasaportlarının da bir değeri var. Türkiye Cumhuriyeti Devleti dünya arenasında adı duyulmazdan gelinemeyecek bir ülke oldu artık...

Çok yakında basketbol millî takımımız Sırbistan ile yaptığı maçı kazanarak dünya ikincisi oldu. Bu da bizim millet olarak gururlanmamıza yol açtı. Bu başarıların diğer spor dallarında da devam etmesini dileriz...

Yeni Anayasa değişikliği için büyük sataşmaların ve güç gösterilerinin neticesinde evet oyları fazla çıktı. Bu da gösteriyor ki Türkiye'deki muhalefet partilerinin daha iyi muhalefet yapmaları gerekiyor. İktidar partisine sürekli çamur atmak yerine muhalefet partileri olarak yapılacak değişikliklerde oturulup kanaat belirtilebilirdi. Halen zaman geçmiş değil. Yoksa... At alan Üsküdar'ı geçecek...

Zeki Müren'i, Bülent Ersoy'u sanatçı kimliği ile bağrına basan Türk milleti, Orhan Gencebay ve Sezen Aksu gibi sanatçıları referandumda "evet" oyu kullanacaklarını beyan ettikleri için dışlamaz, dışlayamaz.

Yanlış olan bir şeyler var, evet. Birileri vatan topraklarının satıldığından bahsediyorlar sık sık. Bu da iktidar partisine saldırı metodlarından birisi. Avrupa ülkelerinde beş milyona yakın Türk vatandaşımızın büyük kısmı oraların vatandaşlığını da aldı. Oralarda menkul, gayrimenkul satın aldılar. Bankalarda yüklü miktarda paraları var. Gelgelelim o ülkeleri maalesef satın alamıyorlar. O yüzden vatan elden gidiyor diye korkmanıza gerek yok.

Bir zamanlar da misyonerler ülkede cirit atıyorlar diye bağırıyorlardı birileri. Bu korku kendi dinlerini iyi bilmediklerinden kaynaklanıyordu kanaatimce. Yoksa, o insanları tutan bir güç yoktu. Gidip o ülkelere misyonerlik yapabilirlerdi. Kendi dinlerini anlatabilirlerdi. Yapamadılarsa eğer; bu ülkeden çıkıp ta dünyanın öbür ucuna giden, maddi menfaat beklemeden oradaki insanlara Türkçe ve İslamiyet'i anlatan adamlara da çamur atmasınlar lütfen...

Şimdiden duyar gibi oluyorum; birileri hemen "Ya Sev, ya terket" veya benzeri şeyler söyleyecekler ama bana öyle geliyor ki bir zaman sonra sevmek zorunda kalacaklar. Çünkü Türkiye terkedilecek bir ülke değil.

Canım vatanım benim...